STEM’de Kadın

Ayrımın Masalı

“Sayfaların ilerisinde yatan gerçek için başa dönmek gerekir.”

Bir hikayeyi iyi anlamanın tek bir yolu var. Her şeyin başına gitmek gerekiyor. Tüm varoluşun başladığı o zamanlara… Atalarımız, bugün toplumumuzda yatan iki kavramın çizimine başlamışlardır, büyük bir ayrımın doğuşuna. Kadın ve Erkek. Kadını çizdiler önce. Nazik, güzel ama, güzel olduğu kadar, güçlü… Sonra erkeği çizdiler. Daha büyük ,güçlü… Kaderleri belirlenmişti böylece. Biri evde dururken , diğeri dışarıda dolanacaktı. Biri dünyayı görürken diğeri de hep bekleyecekti. Dışarısı tehlikelidir çünkü. Kadın; doğumun, bereketin simgesi oldu. Erkek; yıkımın, avın, savaşın simgesi oldu. Düzen buydu işte.

Ama bu masal ne burada bitti ne de masal olmakla kaldı. Bu masal tarihin her sayfasında varlığını korudu. İlk sayfalarda içgüdüsel olarak her şeyi paylaşan kadın ve erkeğin arasında sayfalar ilerledikçe bir uçurum oluştu. Fiziksel olarak daha güçlü olan erkek , kadını hegemonyası altına aldı ve ona acı çektirmeye başladı. Onu sorunlu bir parça olarak gördü. Bu dünyada erkeğin günahının bir sembolü olmuştur kadın. Düzen kadınları adeta bir cehenneme kapatır hale gelmiştir. 

1069 yılında, Yusuf Has Hacip tarafından yazılan ve İslami Türk edebiyatı’ nın ilk eserlerinden biri olan Kutadgu Bilig’ de, kadının, eski Türk gelenekleri ile yeni girilen kültürel çevrenin arasında sıkışıp kaldığı ve toplumsal hayatta ki yerinin tam olarak belirlenemediği görülmektedir. 

Farklı Dönemlerde Kadın Anlayışı

Paleolitik Çağ

İnsanlık tarihinde kadın; ilk avcı, ilk düşünür, ilk öğretmen, ilk yöneticidir. Anaerkil toplumda, kadın sadece özgür değildi, aynı zamanda yüksek bir saygı da görmekteydi. Kadın burada bereket kavramının karşılığıydı. İnsan soyunun devamı, avların başarılı olması için bereket son derece önemliydi.

Neolitik Çağ

Geçim kaynağı olan avcılık bu dönemde yavaş yavaş yerini tarım ve hayvancılığa bırakmıştır.Böylece göçebe toplum yok olmuş ve ilk köyler oluşmuştur. Üreme ve çoğalma kaygısıyla ilgili olarak Ana Tanrıça inancı ortaya çıkmıştır. 

Kalkolitik Çağ

Köy sınırlarının oluşmasıyla insanlık tarihinin ilk savaşları başlamıştır. Savaşlar birçok şeyin de başlangıcı oldu. Üretim toplumuna geçiş. Anaerkil düzenin yavaşça kaybolup erkek gücünün ön plana geçmesi…

İlk çağların sonlarına doğru bir uçuruma varılıyor. Gitgide büyüyecek bir uçurumun.

Ortaçağ

“Ve bereket birden cadı olur…”

Kiliseye göre Meryem İsa’nın annesi olarak ne kadar kutsalsa , günahının bedelini hala yaşadıkları Havva da o kadar korkunç , tiksinç bir varlıktı. İşte bu tiksinç varlıklardı kadınlar. Onların kontrol altında tutulması gerekiyordu. Bu da yetmiyormuş gibi kiliseye göre kadınların cinsel organı erkeklerin yarım kalmış bir versiyonuydu. Onlar eksik birer erkek, şeytanın kullarıydı.


17. Yüzyıl 

“Cadı yanmamanın yolunu bulduğunu zanneder.”

Toplumda konumu erkeklerin kontrolünde olan kadın bir pazarlık aracıydı. Ailelerin itibarını arttırmak için ayarlanan evliliklerde bu alışverişlerden sadece biriydi. Kadın bir köşeye atılır, erkekler karar verir, bir kez kesinleşti mi gerisinin pek bir önemi yoktu zaten. 

Bu tanımadığı yeni adamda , gittiği yeni evde hemen hemen neyle karşılaşacağının farkındadır kendi köşesinde bekleyen kadın. Kaderini biliyor , gideceği ve “yaşayacağı” hapishanenin farkındadır bunu değiştirmeye gücü yoktur…

Cadılardan birinin başlattığı büyük sektörden önce öyle dişe dokunur da bir şey yazılmamıştı zaten. Kimdi bu cadı? Giulia Tofanadan başkası değil tabii ki. Zehrin kraliçesi. Arsenik , kurşun ve güzel avrat otunu karıştırarak oluşturduğu Aqua Tofana (Tofana Suyu) piyasaya sürerek büyük bir imparatorluk kurdu. Bu zehrin birkaç damlası adam öldürmeye yetiyordu. Tofana kurduğu işin büyümesinden mutluydu – tabii ki o zamanlar kadınların eğitim hakkı yoktu , Tofana tüm bildiklerini simyacılar ve şifacılarla vakit geçirerek öğrenmişti. Böyle bir karışımı eğitim almadan ve zaman şartlarıyla bulması onun için gurur vericiydi- , müşterileri olan kadınlarsa onlara birer maldan öte bakmayan kocalarından kurtuldukları için kendilerine biçilen o kaderden kurtulduklarını düşünüyorlardı. Yani her şey tıkırındaydı , sessiz , gizli bir hareketti bu ama ilk kez bu denli büyüktü. Bir gün müşterilerinden biri kocası tarafından yakalanınca her şey çöktü. Tofana uzun bir süre kaçmasına rağmen kızıyla yakalandı ve idam edildi. 

Hikayeye bakınca bu doğru olanmış gibi gözükebilir. Ama Tofananın yaptığı bundan fazlasıydı. Çürümüş bir topluma kafa tutmaktı…

“Cadılar” artık susmamaları gerektiklerini anlayacaklardı

19.Yüzyıl ve Aydınlanma Çağı 

“Dışarıdaki dünyaya dokunma çabaları.”

Kadınlar eve kapatılmalarına karşı ilk direnişlerini göstermişlerdir. Burjuva sınıfında , nispeten saygı duyulan kadınlar -tabii bunlar sadece kağıt üstünde, bu kadınların da yine toplum düzeninde söz hakkı bulunmamakta- onlara biçilen rolleri kabul etmemeye başlamışlardır. Tüm bu mal statüsü dışında , kadınların üzerinde coğrafyadan coğrafyaya değişen çeşitli güzellik algıları vardı. Asya’da – özellikle Çin İmparatorluğu- kadınların ayakları küçük olsun diye küçük yaştan itibaren demir ayakkabılar giydirildi. Avrupadaki ince bel algısından oldukça rahatsız edici korseler takmak zorundaydılar.  Adeta boğucu hapis hayatları kıyafetlerine de yansımıştı. Hayatlarının en küçük yerinde bile vardı bu baskı. O yüzden kadınların kendine bir “hayat “ istemek için böyle bir direniş başlatmaları pek de şaşırtıcı değildi. İşte bu kadınlar “mavi çoraplar” adıyla çeşitli salon toplantıları düzenlemişlerdi. Kadın ilk kez romanlardaki yardımcı karakter olmaktan sıyrılıp , kendi kitabına kavuşmuştu. Bu nokta halka direnişi duyurabilmek için en etkili yollardan biri olmuştu.( Bkz: Jane Eyre , Elizabeth Bennet , Jo March , Anna Karenina ve daha niceleri…) 

Kadınlar artık hayatın içinde olmak için bir savaş verecekti. Bu dönemde aynı roman karakterlerinde görüldüğü gibi kadınlar çalışmak uğruna bir savaş verir. Eğitimde de yaşanan cinsiyet politikasından ötürü kadınların bildiği tek beceri ev işlerinden öteye gidememiştir. Bunun da “erkeklere” ait iş dünyasında pek bir değeri yok gibidir. Bu verilen savaşı da en güzel Louisa May Alcott anlatır. Kadınlara ancak kendi paralarını kazanarak kendi bağımsızlık yollarını başlatabileceklerini gösterir romanlarında.  


20. Yüzyıl Kadınların Eğitimi , Toplumsal Cinsiyet Ve Muhafazakarlık 

“Cinsiyet biyolojik bir ayrımla sınırlı değildi , her şeyin bir cinsiyeti vardı.”

20.yüzyılda kadınlara daha çok meslek açıldı. 19.yüzyılda başladıkları hayata atılma savaşı meyvelerini vermeye başlamıştı. Bu mesleklerin onlara açılması hala algıyı öldürmüyordu. Erkeklerin oyun alanına girmeleri muhafazakar kesim tarafından ayıplanıyordu. Ama bu ayıplamalar son sürat devam eden feminist akımı durdurmuyordu. Yaratılan bu algıyı öldürmek mümkün değildi kimilerine göre… Kimilerine göre toplumda hep böyleleri olaccaktı. Artık ne olursa olsun bu topluma karşı susmamaları gerektiklerini anlamışlardı.


21. Yüzyıl 

“Her şey var 

Hiçbir şeyin içinde.”

Bugün cadı mahkemeleri yok.
Bugün kadınlar her işi yapabiliyor.
Bugün iki tarafta eşit.
O zaman bugün algıların öldüğü toplumdayız.
Hayır bugün sessizliğin toplumundayız.
Bu yüzyıl , yüzyılların çocuğu.

Bitmek bilmeyen yüzyıllarla inşa ettik biz insanları. Bitmek bilmeyen yargılar ekledik. Evet hikayenin başındaki çizimler hala duruyor. Üstüne ekliyoruz… Ekliyoruz da bir türlü eskisini silemiyoruz.

Ayrım Sektörlerinden Sadece Biri: STEM

Beyaz şeritler , belli bir bölümdeki öğrencilerin, öğretim görevlilerinin, bilim insanlarının kendilerini ne kadar “doğuştan yetenekli”, “zeki” veya “dahi” gördüklerini gösteriyor. Daireler içerisindeki kırmızı kesitler ise , o bölümdeki ve çalışma alanındaki  kadın oranını gösteriyor.(Vocativ sitesinden alınmıştır.)

Erkek işi kavramı hala yıkılmış değil. STEM (Bilim , Teknoloji , Mühendislik , Matematik) bu kavramın etkilendiği sektörün başlarından geliyor. Eşitliğin yüzyılı hala bunu yenemedi. Bu daha biz ilkokul sıralarımızdayken başlayan bir gerçek maalesef… Kağıt üstünde kadın eğitime ve iş dünyasına dahil edildi. Kağıtta yazmayan yaklaşımlar bunun tam tersini gösteriyor. O sıralarda oturan bir kız çocuğuyla erkek çocuğu eşit değil. Eğitim beklentisi kız çocuğunun sosyal bilimlere yönelmesi yönünde bir anlayışla ilerlerken , erkek çocuklarını STEM alanlarına yönlendiriyor. “Erkekler matematik yapmakta daha iyi , analitik zekaları ve çözüm odaklı düşünme yetenekleri daha ilerde.” cümlesi çok da yabancı değil. Geçmişte gelen “erkek mesleği” algısı STEM’in her bir alanında. STEM’e sektöründen bir mesleği seçmenin zor olması gibi STEM’de kadın olarak var olmaya çalışmak da ayrı bir sorun. İş dünyası erkek egemen bir alan olmaya devam ediyor. Yurtiçi ve yurtdışında bu alanda çalışan şirketlere bakıldığında erkek çalışan sayısının yüksek olduğu görülüyor. İşverenlere yöneltilen sorularda (çoğunlukla bilgisiyar ve matematik alanlarıyla karşılaşıyoruz.) alınan cevaplar benzer. Cevaplara göre erkekler bu alanda daha başarılı , yetenekli… Dahalarla süslenmiş cevaplar. Evet , birçok kadın STEM mezunu var , birçok erkek STEM mezunu da var. Peki toplumun koyduğu engellerin üzerine kadınların bu alanda iş dünyasına atılması ne kadar kolay?  

Ne yapıp neyi yapamayacağımızı söyleyen yargılarla çevriliyiz.


Psikolojik Önyargılar

“Aslında kadınların bu alanlara katılımların arttırılması öncelikle  küçük yaşta onlara neyi yapıp neyi yapamayacaklarını söyleyen kalıp yargıların yıkılmasıyla sağlanabilir.”

Yüzyıllardır süregelen yaratılan gerçekler her eylemimizin her düşüncemizin içinde. Bu açıdan 2015’te Science dergisinde yayımlanan makale ilginç bir noktaya parmak basıyor. Kadınlar , başarılı olmak için doğuştan yetenekli olunması gerektiğini düşündükleri bölümleri çok daha az tercih ediyorlar. Bu yaratılan “gerçekler” onları doğuştan yetenekli olmadıkları inancına itiyorlar. Doğuştan yeteneğin zorunlu olduğu bir sistem gösteriliyor onlara. Bu sebeple, daha az doğuştan yetenek gerektirdiğini düşündükleri eğitim, arkeoloji, antropoloji, sosyoloji ve psikoloji gibi alanlarda uzmanlaşan kadınların oranı %60’ların üzerindeyken; doğuştan gelen yeteneğe bağlı olduğunu düşündükleri felsefe , matematik , fizik , bilgisayar , mühendislik , astronomi gibi alanlarda kadınların görev alma yüzde 20’lere ve altına kadar düşüyor.

Araştırma, 30 farklı bilim dalından 1800 bilim insanı ve lisans öğrencisini kapsayacak şekilde yapıldı. Princeton Üniversitesinde bilişsel psikoloji profesörü olan Dr. Sarah – Jane Leslie, araştırmayı şöyle özetliyor:”Kadınlar , zeka ve dehayı ön plana çıkaran mesleklerde doktora almaya çok daha az meyilliler. Bunun birçok nedeni var; ancak bunlardan en önemlisi , sosyal önyargılarımız.Süregelen kültürel önyargılar , kadınları değil de , erkekleri saf bir entelektüel dahilik ile ilişkilendirmeye yatkındır. Kadınların başarıları kitaplara gömülerek geçen saatler olarak değerlendiriliyor;dahilik olarak görülmüyor.”

Mesleklerin genelinde erkeklerle kadınlar arasında yaklaşık olarak eşit bir dağılım varken , STEM alanlarında erkeklerin kadınlardan çok daha yaygın olduğu görülüyor.(Kaynak:WIS)

Peki gerçekten iddia edildiği gibi kadınlar bu alanlarda başarısız mı?

Yapılan hiçbir bilimsel araştırma bu iddia için mantıklı bir sebep getiremedi. Buna rağmen yaratılan algılar bu alanların “erkeklerin alanı” olduğu gibi bir imaj yarattı ve bu imajın yıkılmaması için her şey yapılıyor. O kadar içimizdeki bu kalıplar , o kadar sıradanlaştırılmışlar ki…” Normal” geliyor birçoğumuzun gözüne. Sanki erkekler o karmaşık denklemlerle uğraşırken , kadınlar evde oturup kıyafet dikmeliymiş gibi…İşte toplumsal cinsiyet böyle bir şey. 


Toplumda Cinsiyetin Örttüğü Birkaç Hikaye  

 

Tozlu sayfaların ardında , masal kitabının çalınmış sayfaları…

Herkes Albert Einstein’ı tanır. O meşhur dil çıkaran fotoğrafını da… Edisonu da tanır. Tesla’yı da. Yeri gelir Faradayı. Okullarda Watson ve Crick’in nobel’e doğru giden başarıları anlatılır. Bunların ilham verici hikayeleri anlatılır da anlatılır. Peki hepsi bundan mı ibaret? Hikaye bu kadar basit mi?

Meşhur Fotoğraf No:51’in Sahibi:Rosalind Franklin 

Bilim ve gündelik hayat ayrılamaz ve ayrılmamalıdır. Benim için bilim , hayatın açıklamasıdır. Gidiş , gerçek , deneyim , deney…Ancak inancı tanımlamanızı yani ölümden sonraki hayata olan inancınızı kabul etmiyorum bence inanç için yapılabilecek en iyi şey 

Rosalind Franklin

Yaşamın anahtarı DNA… Geçmişe bakıldığında bu konuda bilgi birikimimiz artmış , arttırmaya devam ediyoruz. Şu an gen haritaları çıkarılırken , o zamanlar DNA’nın yapısı henüz tanımlanmamıştı bile. 1930’ların Londrasında bir kadınsa bunu değiştirecekti. 

Tabii ki laboratuvarlar ve üniversiteler erkeklerle doluydu , kadınlar sadece laboratuvarı temizlemek için orada bulunabiliyorlardı. Ama bunlar hırsı ve keşfetme azmiyle yanıp tutuşan Rosalind için bir engel değildi. Rosalind o zamanın Londrasında sıradışı bir çocuktu. Sürekli erkek kardeşleriyle vakit geçirdiğinden , erkeklerin ilgilendiği her türlü oyunla ilgileniyordu , rekabeti her şeyden çok seviyordu.Rosalind dönem İngiltere’sinde kimya ve fizik dersleri veren nadir kız okullarından biri olan St Paul Kız lisesine gitti ve orada çalışkanlığı ve zekasıyla ön plana çıktı. “Rosalind endişe verici şekilde zeki.Bütün zamanını aritmetik işlemlerinde doğru cevapları bulmaya harcıyor.” diyor halası o dönemki Rosalind için. Babasına yaptığı sonu gelmeyen ısrarlar sayesinde Cambridge’de bulunan Newham Koleji Kimya bölümüne gidebildi. Henüz ikinci sınıf öğrencisiyken şeref madalyası aldı. Sadece bu bile iş başvurusunda bulunmak için yeterliydi. Kolej hayatının ardından kömür kimyası üzerine yaptığı çalışmalarla gelecekte Cambridge Üniversitesi tarafından doktora ünvanını alacaktı. Kings College  MRC Biyofizik ünitesinde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı. İlerleyen zamanlarda burada DNA çalışmalarına dahil edildi.Öğrencisi Raymond Gosling ve meslektaşı Maurice Wilkins ile birlikte DNA’nın iki formu olduğunu gösterdiler. Buluşlar , DNA’nın sarmal yapısına dair olan ilk ipuçlarını içeriyordu.Bu sırada Rosalind DNA’nın fotoğraflarını çekmeye devam ediyordu. 1952 tarihli çektiği fotoğrafı her şeyin anahtarı olacaktı. Buldukları her şey DNA’nın çift sarmal yapısına işaret ediyordu;ama bunu kanıtlayabilecek veriler ellerinde değildi. Bu sırada Crick ve Watson kendi laboratuvarlarında kelimenin tam anlamıyla tıkanmış durumdaydılar. Onlar çalışmalarını tamamlayamadan önce, Rosalind sarmal yapı hakkındaki görüşlerini kamuoyuna açıklayacaktı. Ancak bundan da önce Rosalind’in en önemli bulguları Francis ve Watsons tarafından elde edilecek ve daha sonra Nobel ödülü almalarını sağlayacak olan çalışmalarına pek çok katkıda bulunacaktı. 30 Ocak 1953’te Watson , yanında Linus Pauling yanlış bilgiler içeren DNA yapı örneğiyle birlikte Rosalind’in yanına geldi. Ama Rosalind yerine Rosalind’in meslektaşı ve rakibi olan Wilkins’i buldu. Son zamanlarda yaptıkları şiddetli tartışmalardan dolayı anlaşamıyorlardı. Wilkins izin almaksızın Rosalind’in çekmiş olduğu en önemli numunelerden olan  “51.fotoğrafı” gösterdi. Böylece Watsons istediğinden de fazlasını elde etmişti. 28 Şubat 1953’te Francis Crick ve James Watson yaşamın sırrını keşfettiklerini duyurdu. Aynı yılın Nisan ayında DNA’nın çift sarmal yapısını kamuoyuna duyurdular.Bu açıklamaların hiçbirinde Rosalind’in ismini anma gereği duymadılar. Rosalind’in dönem İngilteresinde olanlara karşı çıkmak gibi bir şansı yoktu. Yapabileceklerini sınırlayan toplum kuralları en sert şekilde karşısına çıkmıştı işte. Cambridge’den ayrılıp Brickbeck Kolejinde kendi araştırma ekibiyle çalışmaya başladı… Yeni bir sırrı çözebilirdi. Bunu o çok sevdiği o bilimle yapabilirdi. Yapardı. Tutkusunun onu öldürmeye başlaması belki Rosalind’in hayatındaki en büyük adaletsizlikti. Çalışmalarında uzun süre maruz kaldığı X-Ray radyasyonları onu kansere kadar sürükledi. Yapılan operasyonların ardından iki tümörün varlığı keşfedildi ve yumurtalık kanseri teşhisi konuldu. Bir süre çalışmaya ara verse de , ne annesinin bitmek bilmeyen ağlamaları ne de işten uzak kalmak ona iyi geliyordu. Eskisi kadar aktif çalışamasa da ekibinin başına geri döndü. Bu süreçte 13 tane makale yayınladılar ve buluşları da yayınlanmaya devam etti. Grup , bu sefer çocuk felci virüsü üzerine çalışıyordu. 1957’nin sonunda Rosalind’in ağrıları katlanılmaz boyuta ulaşınca Royal Marsden Hastanesi’ne kaldırıldı. DNA’nın sarmal yapısının keşfinin kime ait olduğuna dair sonu gelmeyen tartışmalara tanık olamayacak ve belki de kendisine ait olacak Nobel ödülünün 1962 yılında Crick ve Watson’un Rosalind’in adını bir kez bile anmadan verilişini göremeyecekti. Rosalind Elsie Franklin , 16 Nisan 1958’de 38 yaşında hayatını kaybetti.

Arkasından tartışmalar , konuşmalar , varsayımlar devam etti.

Çünkü gerçek görmezden gelindiğinde işler böyle yürüyordu.

James Watson’un 1999 tarihli Harvard konuşmasından:

“Ben sadece Rosalind’in X ışını fotoğrafını gördüm ve sarmal orada görünüyordu. Biz de buna dayanarak bir ay içinde molekül yapısını elde ettik. Ne yapabilirdim, Wilkins bana o fotoğrafı göstermemeliydi.”

Dünyanın İlk Bilgisayar Programcısı: Ada Lovelace

“Bir şeyi anladığım için asla tatmin olmuyorum ; çünkü ne kadar iyi anlasam da , benim kavrayışım aklıma gelen birçok bağlantı ve ilişki , söz konusu konunun ilk olarak nasıl düşünüldüğü veya nasıl varıldığı hakkında anlamak istediğim her şeyin çok küçük bir kısmı olabilir…”

Teknoloji alanı erkek egemenliğinin en çok görüldüğü alanlardan biri. Sözü geçen ilklerin çoğunda kadın ismi bulmak zor. Tozlu sayfaları karıştırdığımızda ise karşımıza çıkan duyulmamış bir isim var. Teknoloji çağını başlatan bir isim.

10 Aralık 1815’te Ağustos Ada Byron olarak doğan Ada Lovelace , dönemin ünlü şairi Lord George Gordon Byron’un tek meşru çocuğuydu. Lord Byron ve Anne İsabella Milbanke’ın evlilikleri mutlu değildi. Ada henüz bir aylıkken annesi Lord Byron’u terk eder. Lord Byron Ada dokuz yaşındayken Yunanistan’da ölür. Her ne kadar Ada’nın hikayesinde babasının bir etkisi olmadığı düşünülse de bu yanlış bir yargı. Annesi Anne Ada’nın babasını benzemesini asla istemiyordu. Ada’nın çocukluğunda ve gençliğinde göreceği eğitim ve sıkı disiplinin dayanağı bu istek olacaktı. Annesinin ısrarı üzerine özel öğretmenlerden matematik ve fen bilimleri eğitimi aldı. Dönemin şartlarında bu ilginç durabilir. Bu kalıplara sığmayarak 1800’lü yıllarda edebiyat, bilim, felsefe ve özellikle o dönemde bir kadın için ekstra sıra dışı olan matematik eğitimi alan Lady Byron; Ada’nın babasının izinden gitmemesi konusunda ısrarcıydı. Ada , sanat ve edebiyat yerine , matematik ve bilim dersleri aldı. 19.yüzyılın ünlü araştırmacıları ve bilim insanları olan William Frend, William King ve Mary Somerville tarafından matematik ve bilim alanlarında eğitildi. Son hocalarından birisi de matematikçi ve mantıkçı olan Augustus De Morgan olur. Henüz 13 yaşındayken uçan bir makine tasarlayıp, bütün momentsel hesaplarını yapan Ada, 17 yaşında matematik yeteneği ile herkes tarafından bilinir. Yaşamı boyunca en büyük tutkusu bilim olsa da her alanda sohbet edebilecek donanımdaydı. Geniş entelektüel çevresinde Faradaydan, Dickensa birçok farklı isimle arkadaşlık kurdu. 

Ada 17 yaşında akıl hocası Mary Somerville sayesinde Charles Babbage ile tanıştı. Lovelace bugün bilgisayarın babası olarak tanınan Babbage’ın fikirlerine hayran kalmıştı. Genel olarak ilk bilgisayar olarak kabul edilen Analitik Motor , 19. yy’de Charles Babbage tarafından tasarlanmış ve kısmen inşa edilmişti. Lovelace makineyi yapım aşamasında inceleme şansı yakaladı. Babbage’dan makinenin planlarının kopyasını istedi , her şeyi anlamak incelemek istiyordu. Babbage onu O büyücü, büyülü tılsımını bilimin en soyut tarafına attı ve birkaç erkek aydının uygulayabileceği bir kuvvet ile kavradı.” diyerek tanımlar. 1843’te “Eğer mümkünse bu dünyayı, dünyanın dertlerini ve birçok şarlatanını unutun. Sayıların büyücü kadını dışında her şey kısa bu dünyada.’’diye yazar Ada hakkında. Analitik Motorun devrim niteliğindeki özelliği , delikli kartlardaki talimatları değiştirerek , bu bilgiye göre işleyişini değiştirebilmesidir. Analitik motor tamamlanmamış olmasına rağmen , bilgisayar ismini hak eden ilk makineydi.

Torino’da Babbage, İtalyan mühendis ve geleceğin başbakanı Luigi Menabrea ile bir araya geldi. Menabrea’yı Analitik Motor’un neler başarabileceğinin bir taslağını yazmaya ikna etti. 1842’de Menabrea, konuyla ilgili Fransızca bir makale yayınladı. Menabrea’nın makalesi, Fark Motoru’nun nasıl çalıştığına dair kısa bir genel bakış sağladı, ardından Analitik Motor’un nasıl çok daha üstün bir makine olacağını gösterdi. Ertesi yıl Lovelace makaleyi ingilizceye çevirdi. Sadece çevirmekle kalmayıp kendi notlarını da ekledi. İşte bu da tam olarak programcılığına atacağı ilk adım olacaktı. Çünkü Lovelace makaleye kendi notlarından binlerce kelime ekledi. Lovelace , Analitik Motorun kapsamlı bir matematiksel işlemler dizisini gerçekleştirebileceğini fark etti. Bernoulli sayılarının nasıl hesaplanacağı ile ilgili bir algoritma yazdı. Bilgisayar tarihçileri arasında bu algoritma tarihin ilk bilgisayar programı olarak kabul edilir. Analitik Motorun sayı dışında başka şeyler üzerinde de işlemler yapacağını bile tahmin etmişti. Bu günümüzdeki bilgisayarların rahatlıkla yaptığı bir şey. Makaleyi “Augusta Ada Lovelace” kelimelerinin baş harflerini , yani “ A.A.L” harflerini kullanarak yayınladı. Kadınların bilimsel çalışmalarının yayımlanmasının hayal olduğu bir dönemde , kadın olduğunun belli olmaması gerekiyordu. 

Bazı bilim adamları Ada’nın bilgisayar bilimine katkılarının abartıldığını öne sürer. Babbage’ın yardımıyla algoritmaları yazmış olabileceğini söylerler. Ancak Babbage anılarında “Ben Ada’ya bazı tavsiyelerde bulundum. Zaman kazanması için Bernoulli sayılarının hesabıyla ilgili görüşlerimi yazdım. Ancak Ada, bana yazdığı mektupta benim ölümcül hatalarımı bana gösterdi.” diyerek Ada’nın üstün yeteneğini vurgular.

Ada Lovelace’in onuruna, hatırasını yaşatmak amacıyla ilk programlama dillerinden birine Ada adı verilmiş ve Ekim ayının ikinci perşembe günü Ada Lovelace Günü olarak tüm dünyada kadınların bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik (STEM) alanlarındaki başarılarının kutlandığı bir gün olmuştur. 

ADA isimli bilgisayar Programı (ADA’nın onuruna bu isim seçilmiştir.)

O da Rosalind Franklin ile aynı kaderi paylaşır. Henüz 36 yaşındayken kanserden vefat eder. Kaderin tuhaf cilvesi… Babasıyla aynı yaşta ölen Ada babasının yanına gömülür. Arkasında kanıtlanacak bir şey olmamasına rağmen , birçok tartışma bırakır Ada…

Follow us